Depremler, seller, maden kazaları, dünyanın ısınması, buzulların erimesi gibi doğal afet olayları ve insan hatalarına bağlı edinsel olayların dışında insanlığı tehdit eden önemli sorunlardan biri de antibiyotik direncidir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO),tüm dünya doktorlarını uyararak, antibiyotik kullanımında kırmızı alarma geçmiş ve dünya kamuoyunu gereksiz antibiyotik kullanımı sonucu, dirençli mikrop türlerinin yol açtığı hastane enfeksiyonlarına karşı çok dikkatli olmamız gerektiği konusunda devamlı uyarmaktadır.
Sağlıkta bir devrim niteliğinde olan antibiyotik kullanımı, Dr.Alexandr Fleming’in (1881-1955), 1928 yılında Penicillini keşfetmesi ile başlamıştır. Fleming’in kapağını tam kapatmayı unuttuğu petri kutusunda (cam mikrop üretme kabı) ekilmiş olan stafilokok mikroplarının, havadan ortama geçen mantarlardan penicillum notatum küfünün oluştuğu bölgelerde stafikok mikrobunun üremediğini gözlemlemesi sonucu gündeme gelen antibiyotikler, ancak bu olaydan 11 yılsonra, Oxford Üniversitesinden Dr.Howard Flaney ve Ernst Chain’in çalışmaları sonucu 1939 yılında penicilline adlı maddeyi küf mantarlarından ayrıştırıp saflaştırdıktan sonra fareler üzerindeki deneylerin olumlu sonuç vermesi sonrası insanlarda uygulamaya başlanmıştır.
Penicilline, İkinci Dünya Savaşı son yılları ve harbin bitimini takip eden yıllarda mikrobik yara ve sistemik enfeksiyonların tedavide kullanılmaya başlamış 1943 yılının ilk 5 ayında 400 milyon birim üretilmiştir. 1955’te bakteri türlerinin yüzde 59’unda, Antibiyotik direnci oluşması üzerine bilim dünyası, penicillinin dışında yeni antibiyotik türleri keşfetmek üzere çalışmalarını yoğunlaştırmak zorunda kalmıştır. Günümüze kadar milyonlarca insanı kurtaran, hastanede yatış süresini kısaltan, hastaneye yatmadan ayakta tedavi olmayı sağlayan antibiyotikler, günümüzde yeni bir tehlike ile “antibiyotik direnci” ile karşı karşıyadır. Önce antibiyotiklerle ilgili ana başlıklara göz atalım:
1-Antibiyotikler, ateş düşürücü değildir. Antibiyotikler; bakterisit (mikrop öldürücü) ve bakteriostatik ( mikrobun üremesini engelleyici) özellikleri ile vücudumuza giren bakteri grubu mikropları ya yok ederek ya da vücutta üremelerini engelleyerek, kontrol altına almaya ve insanoğlunu iyileştirmeyi gerçekleştirir.
2-Anne-babaların en çok korktukları, ateş ve ağrı, aslında, doğanın insanlara bir lütfu (hediyesidir). Bu iki uyarı mekanizması olmasa hastalandığımızı anlamayız. Ateş, insan vücuduna, hastalık unsuru mikroorganizmaların girdiğinde, vücudun hümoral (kandaki lokositler, immünglobulinler) ve hücresel ( timusta T lenfositleri, kemik iliğinde B lenfositleri) immünitenin (bağışıklık sistemi) devreye girmesi ile savaştığının bir belirtisidir.
3-Antibiyotik, insan vücudunun, bağışıklık sistemi ile vücudunda dövüşmesinin yanı sıra mikropları öldürmesi için dışarıdan gelen, doktor aracılığı ile vücuda giren yardım kuvvetidir. 4- Antibiyotikler sadece bakteriyel enfeksiyonlarda etkilidir. ”Viral Enfeksiyonlar”da etkili değildir. Bu nedenlerle nezle, soğuk algınlığı, gribal enfeksiyonlarda kullanılmaz.
5-Antibiyotik, reçete yazan doktor için “Bir güvence, koruyucu sigorta” değildir. Hasta yakınları ve anne-babalar için de “tedavide sığınılacak bir liman veya koruyucu kalkan” değildir. Antibiyotik, reçetesine gerek görmediği için yazmayan doktora saldırmak, hasta yakınları için “Yazsana bir antibiyotik, bizim çocuk antibiyotik içmeden düzelmez, ben biliyorum” diye mobbing uygulaması için de bir neden değildir.
7-Bir doktorun, bir hastayı tedavi ederken birinci görevi, hipokrat yemininde olduğu gibi; “primum nil nocere” yani “önce zarar verme” ilkesini uygulamaktır. Her ilaç kimyasal bir maddedir. Vücuttan idrar kan, ter, böbrek veya karaciğer yoluyla atılır. Yani gereksiz yazılan her ilaç böbrek ve karaciğeri yorar.
6-Tüm ilaçların yan etkileri olduğu gibi Antibiyotiklerin de kan hücrelerinin imal yeri olan kemik iliği üzerine toksik (zararlı) etkileri olabilir. Çocuklarda kullanılması yasak olan floro kinalon grubu antibiyotiklerin, erişkinlerde, kalp çarpıntısı, ani kalp atımı durması gibi yan etkileri olabilir. Uzun süre kullanıldıklarında, bağırsaklardaki iyi huylu mikrobiyotayı (prebiyotik+probiyotik: Symbiotik gibi) ortadan kaldırıp bağırsak düzenini bozma gibi yan etkileri olabilir.
7-işte bu nedenlerle: Acil servis, birinci basamak tıp hizmeti üreten meslekdaşlarım, çocuk hekimi dostlarım; lütfen antibiyotik yazarken, tavsiye ederken, kullandırırken üç defa dikkatli olun. “Tıpta kanıta dayalı Tıp “ kavramı 15 yıldır, hayatımıza ve günlük uygulamalarımıza girmişken, enfeksiyonun, bakteriyel mi, viral mi, protozoal mı olup olmadığına bakmadan, basit laboratuvar tetkikleri ile hastayı incelemeden (hemogram, CRP, strep-A, İnfluenzaA-B testleri, Covid-19 testleri vb; ateşi görünce çocuğa antibiyotik yazmayınız, başlamayınız ve vermeyiniz. Ülkemiz maalesef antibiyotik tüketiminde dünyada 1. sıradadır. Reçetesiz antibiyotik veren eczacı arkadaşlarım, küçük kardeşe veya abla-ağabeye ait ilaçları ateşli çocuğuna veren veya bir önceki hastalıktan kalan antibiyotiği çocuğuna veren anne-babalar, bu alışkanlıklarınızı terk ediniz.
8-Gereksiz antibiyotik kullanımı ile direnç kazanan mikroplara karşı “antibiyotiklere dirençli hastane enfeksiyonları” olguları giderek artmakta, hekimler de tedavide çaresiz kalmaktadırlar.
9- Bir antibiyotiğin keşfedilmesi, insan kullanımına sunulması, 10 yıla yakın bir laboratuvar çalışması, fazI, fazII, faz III deneyleri, hayvan deneyleri, gönüllü insanlar üzerinde doz ve yan etki gözlem ve takipleri gibi safhalar gerektirmektedir.
10. Mevcut antibiyotikleri, gereksiz kullanmaya devam ettiğimiz takdirde “ilaca dirençli mikrop türleri”nin yaygınlaşması sonucu yakın bir tarihte basit salgınlarda dahi yüzbinler kırılacak ve ölecektir. Bu nedenle, “Hastane enfeksiyonlarına karşı dirençli mikoorganizmaların” artmasını engellemek için antibiyotik kullanımını bilimsel kontrollerle sınırlamak, her ateşi olana yazmamak, kullanım sürelerini yeterli düzeyde tutmak, sağlık alanında bir devir açmış olan antibiyotiklerin kendi elimizle sonunu getirmemeliyiz.